27 Temmuz 2010 Salı

Yüksel Yeşilbağ. 2010. Türkiye'de Öğrenme Ortamında Paradigma Değişimi: Oluşturmacılık. Yaşadıkça Eğitim Dergisi, Sayı, 106.

TÜRKİYE’DE ÖĞRENME ORTAMINDA PARADİGMA DEĞİŞİMİ: OLUŞTURMACILIK

Dr. Yüksel Yeşilbağ

İngilizce’deki constructivism kavramının Türkçe’de değişik biçimlerde adlandırıldığı gözlenmektedir. Oluşturmacılık, yapılandırmacılık, yapısalcılık, yapıcılık, inşacılık bunlar arasında en sık kullanılanlarıdır. Çevirilerdeki tercihlerden kaynaklanan bu durumun uygulamada çeşitli karmaşıklıklara neden olduğu da bir gerçektir. Kavramın temsil ettiği kuramın tam olarak ne olduğu, sınıf ortamlarına ne gibi yenilikler getirdiği, öğretmenlere yüklediği görevler, öğrencilerin yapacağı çalışmalar vb. konularında müfredat değişikliğinin üzerinden 4 yıl geçmesine rağmen bazı öğretmenlerin halen kafa karışıklığı yaşıyor olması, doğal olarak öğrenme ortamlarına da yansımaktadır.
Bu düşünceden hareketle bu yazıda genelden özele doğru paradigma, öğrenme, öğretme ve constructivizm üzerinde durulacak ve constructivizm kavramının karşılığı olarak oluşturmacılık kelimesi kullanılacaktır.

Paradigma
Paradigma kavramı ilk olarak bilimi bir “etkinlik” olarak gören Thomas Kuhn’un 1960’lı yıllarda Bilim Felsefesi tartışmalarında ortaya çıkmıştır. Kuhn, “Bilimsel Devrimlerin Yapısı” adlı yapıtında bilimde varılan en son aşamanın, en son kuramların çoğunlukla ulaşılabilecek en son nokta olmadığını; böyle düşünmenin biliminsel bilginin doğasını etkileyerek bilime zarar vereceğini vurgulamaktadır.
Kuhn’a göre insanlık için neyin doğru, neyin ilerleme olduğunu belirleyen yalnızca bir yöntem değildir. Bilimin yapıldığı toplumun ve tarihin koşulları bu noktada çok önemlidir. Bilim adamları ile bilimi uygulayan kişiler Kuhn’un belirttiği gibi öğretmenlerinden, ders kitaplarından, içerisinde bulundukları bilimsel topluluktan edindikleri önyargılarla, inançlarla dünyaya bakarlar (Kuhn, 2003).
Kuhn, işte bu bakış açısına paradigma adını verir. Genel bir tanımla paradigma, belli bir bilimsel topluluğun üyeleri tarafından paylaşılan inançların, değerlerin, tekniklerin bütünüdür.
Yürürlükte olan bir paradigma, toplumsal, ekonomik, teknolojik ve doğal bazı değişmeler sonucunda olgu ve olaylar karşısında gücünü gittikçe yitirerek daha sonra yavaş yavaş bir takım uyuşmazlıklarla karşılaşır. Zaman geçtikçe benimsenen paradigma tarafından çözülemeyen birtakım problemler ve bunların ardından da bir bunalım ortaya çıkar. Geçerli paradigmanın bunalımı sonrasında kavramsal bir devrimle onun yerini yeni bir paradigma alır.
Paradigma olgusu tüm bilimlere olduğu gibi eğitim bilimlerine de uygulanabilir. Eğitim yönetimi, eğitim programları, eğitim psikolojisi, ölçme ve değerlendirme gibi alt çalışma alanlarının her birinde belli bir süre geçerli olan bilim yaklaşımı yerini zamanla yeni kuramlara bırakır/bırakmıştır. Örneğin eğitim yönetiminde 20. yüzyılın başında hakim paradigma çalışanların zor ve baskı yoluyla çalıştırılmaları ve yalnızca maddi olarak ödüllendirilmeleri gerektiğini vurgulayan klasik yönetim anlayışıyken, yaşanan değişimler sonucunda hümanist, insan odaklı (davranışçı), eğitim yönetimini bir sistem olarak ele alan kuramların ağırlıklı olduğu çağdaş yönetim yaklaşımlarına, daha sonra tüm çalışanların ve bütün olarak kurumun performansının birtakım göstergeler aracılığıyla ölçüldüğü Toplam Kalite Yönetimine doğru paradigma değişiklikleri olmuştur.
Benzer şekilde eğitim programlarında genel olarak öğretmen merkezlilikten öğrenci merkezliliğe ve hedef-davranış ilişkisinden, hedef-kazanım ilişkisine; ölçme değerlendirmede geleneksel ölçme ve değerlendirmeden alternatif ölçme ve değerlendirmeye doğru çeşitli paradigma değişimleri yaşanmıştır.

Öğrenme ve Öğretme
Öğrenme ve öğretme, eğitim sürecinde kullanılan iki ayrı kavramdır. Öğrenme, genel olarak tekrar ya da yaşantılar (deneme, gözlemleme, veri toplama) sonucu bireyin bilinç düzeyinde meydana gelen kalıcı değişmelerdir. Öğretmeye ise, bireyin bilgi, beceri, tutum ve davranışlarında planlı olarak değişim ve gelişim yaratma çabası denilebilir. Tanımlardan anlaşılacağı üzere bireyin kendisi öğrenme eyleminde aktif olarak katılımcıdır. Ancak bireyin bu eyleme ne kadar katıldığı öğrenme düzeyini tek başına değiştirmez. Öğrenmede, öğretmenle ve öğrenilecek konuyla ilgili faktörler ile bunlar kadar önemli olan okulun yeri, sınıfın konumu, ısısı, sınıftaki öğrenci sayısı, sınıftaki öğrencilerin biliş düzeyleri, sınıftaki arkadaşlık ilişkileri, ailenin katılımı gibi öğrenme ortamıyla ilgili faktörlerin de önemli etkisi vardır. Başka bir deyişle belli olanak ve koşulların bulunduğu bir ortamda öğrenmenin verimliliğinin artacağı söylenebilir. Etkin yapılandırılmış bir öğrenme ortamında öğrenciler dikkatlerini yalnızca öğrenilecek konuya ve öğretmene odaklayabilirler. Aksi takdirde fiziki olarak sınıfta fakat aklı sınıfın dışında çok sayıda öğrenciyle karşılaşılabilir. Böyle öğrenciler ders sırasında genellikle dersin ne zaman biteceğini, ne zaman zil çalacağını, teneffüste veya okul çıkışındaki planlarını, kendilerini rahatsız eden konuları/problemleri vs. düşünürler. Dolayısıyla zihin başka konularla meşgul olduğundan öğretmeni dinleyemezler.
Öğretmen merkezli bir sınıfta yukarıda belirtilen tipte öğrencilerle sıklıkla karşılaşılır. Kuşkusuz bu durumun sorumlusu öğretmenlerine ve konuya odaklanamayan öğrenciler değildir. Odaklanmayı sağlayacak olan öğretmenlerdir. Çünkü sınıftaki dağılan ilgiyi tek bir noktaya yönlendirecek olan, kullanacağı yöntem ve teknikler aracılığıyla bu süreci yönetme sorumluluğu da bulunan öğretmendir.
Yapılan araştırmalara göre en etkili öğrenme, tüm duyu organlarından birkaçının öğrenme sürecinde aktif olduğu öğrenmedir. Birey, öğrenme etkinliğinde ne kadar aktif olursa öğrenmenin meydana gelme olasılığı ve kalıcılığı o kadar yüksek olur. Bu nedenle öğretmen, sorular, ödevler, araştırmalar, denemeler, gözlemlemeler, veri toplamalar sonucunda oluşturduğu projeler ve projelerin sunumu aracılığıyla öğrencilerin öğrenme sürecine katılımını sağlayabilir.

Eğitim Programları
Bir eğitim kurumundaki eğitim faaliyetlerinin can alıcı noktasını eğitim programı oluşturur. Eğitim programı, öğrencilerin istenilen hedeflere/kazanımlara ulaşmasını sağlayacak, organize edilmiş etkinliklerin tümüdür. Bu nedenle dinamik bir olgudur. Eğitim programı hazırlanırken “hangi bilgi daha değerlidir? Öğrenciye hangi bilgi öğretilmelidir? Bir birey ve toplumun bir üyesi olarak öğrenen kişi için en yararlı bilgiler hangileridir?” Bu bilgiler ışığında ulaşacağı sentezler nelerdir? sorularına cevap verilmelidir. Bu soruların cevapları ise doğal olarak eğitim felsefesiyle ilişkilidir.
Her ülkede eğitim programları, belli bir eğitim felsefesine göre hazırlanır. Eğitim felsefesinde amaç, eğitimin dayandığı ilke ve kavramları aydınlatmak, amaç ve araçları irdelemek, temel sorunları tartışmaktır. Örneğin eğitim sistemi kurulurken (eğitim programlarının hazırlanmasından bu programları yürütecek öğretmenlerin yetiştirilmesine, ders kitaplarının ve yardımcı kaynakların üretimine kadar sistemle ilgili tüm boyutlar) sistemin çıktıları olacak kişilerin ne türden özelliklere, niteliklere, yetkinliklere sahip olmaları veya olmamaları gerektiği düşünülür.
Öğrenme konusunda uzun yıllar hüküm süren davranışçı-koşullanmacı paradigma birçok ülkede güncelliğini yitirince öğrenmenin zihinsel bir faaliyet olduğu temeline dayanan yaklaşımlara ve öğrenme ile beyinin işlevleri arasındaki ilişkiye olan ilgi de artmıştır. Bu kapsamda Bilişsel Öğrenme Yaklaşımı içinde değerlendirilen oluşturmacılık kuramı gelişmiş ülkelerden yıllar sonra da olsa ülkemizde kabul görmüş ve 2005 yılında eğitim programlarına yansıtılmıştır . Aşağıda bu yaklaşım altındaki iki kuram özet olarak verilmiş, üçüncüsü olan oluşturmacılık üzerinde ağırlıkla durulmuştur.
1.Gestalt Kuramı: Toplam bilginin, birbirinden bağımsız bilgi parçalarının toplamından farklı olduğunu ve her bir öğrenenin bu yapıyı algılayış biçiminin değişiklik gösterdiğini öne sürer. Örneğin herhangi bir derste işlenecek konunun önceki derslerde öğrenilmiş ve daha sonra öğrenilecek bilgilerle (buna büyük fotoğraf da denilebilir) nasıl ilişkili olduğu açıklanırsa öğrenmenin kalıcılığı artar. Yani iki bilinmeyenli denklemler, Mondros anlaşması, Servet-i Fünun edebiyatı, Akdeniz’in bitki örtüsü, yabancı dilde geçişli fiiller vb. öğrenci için tek başına anlamlı değildir.
2.Bilgi İşleme Kuramı: Öğrenme sürecini bilgisayarın çalışmasıyla ilişkilendirir. Birey, herhangi bir zamanda öğrendiği bilgiyi istediği yer ve zamanda kullanma yetisine sahiptir. Bu durum bilginin toplandığı, örgütlendiğini, depolandığını ve hatırlandığını gösterir. Bu süreci etkileyen temel yapı, duyusal kayıt, kısa ve uzun süreli belleklerdir. Öğrenmeyi etkileyen temel faktörler ise tanıma, algı ve dikkat, bilgiyi kodlama, örgütleme, depolama ve geri çağırmadır.
3.Oluşturmacılık
Bilişsel öğrenme konusundaki çalışmalarla adından en çok söz ettiren üç bilim insanı vardır. İsviçreli Gelişim Psikoloğu Jean Piaget (1896-1980), Rus Psikolog Lev Vygotsky (1896-1934) ve Amerikalı Psikolog Jerome Bruner (1915 - ). Piaget, öğrenmenin bilişsel bir süreç, bilişsel gelişimin kaynağının ise bireyin kendisi olduğunu ileri sürmüş; Vygotsky, sosyalist ekonomi-politikten de etkilenerek öğrenmede ve bilgilerin oluşturulmasında sosyal çevrenin önemi üzerinde durmuştur. Bruner ise öğrenmenin sosyal ve kültürel yönlerini ele alarak bilişsel öğrenme kuramına önemli bir katkı yapmıştır.
Üç kuramcı da bilginin duyu organları tarafından alınarak anlamlılık düzeyine paralel olarak zihinde oluşturulduğu hipotezlerini kabul etmektedirler. Böylece zihinsel ilişkilerin kullanılarak yeni bilgilerin bu ilişkilere bağlanması öğrenmeyi kolaylaştırır. Böyle öğrenilen bilgiler de uzun süreli bellekte yer tutar.
Geleneksel eğitimde bir “öğreten kişi/öğretmen” vardır. Öğretmen bilgiyi aktarır, öğrenci ise alır. Yani öğretim ortamında öğretmen aktif, öğrenci pasif durumdadır. Bu anlayışın altında pozitivist eğitim felsefesi yatar. Pozitivizm’de bilgi kişiden bağımsız, nesnel olarak kişinin dışında vardır. Bu bilgi kitaplara girer, öğretmenler aracılığıyla öğrencilere aktarılır.
Oluşturmacılığa göre ise bilgi kişiden bağımsız, nesnel değildir. Kişi bilgiyi keşfeder, analiz eder, değerlendirir, yorumlar ve kendi bilgisini inşa eder. Bu şekilde kendindeki bilgiyle yeni bilgiyi sürekli karşılaştırıp yeni bilgiler oluşturur. Dolayısıyla bilgi kişinin deneyimlerine, gözlemlerine, yorumlarına göre oluştuğundan nesnel değil, özneldir. Örneğin iki bilinmeyenli denklemler, Mondros anlaşması, Servet-i Fünun Edebiyatı vb. bir gerçek olarak vardır fakat öğrenenler için anlamlı değildir. Bu bilgiler her bir öğrenen için anlamlı hale getirilirse öğrenenin dikkatini çeker, odaklanmasını sağlar.
Durum böyle olunca oluşturmacı kuram öğretmenin, öğrencinin, sınıfta kullanılacak materyallerin ve hiç kuşkusuz eğitim programlarının rolünü de değiştirir. Öğretmen, inşa edilecek bilginin anlamlı ve somut olarak algılanmasına; öğrencinin önceki bilgilerini (hazır bulunuşluk denilebilir) ölçerek yeni bilginin sağlam temellere dayanmasına ve öğretim ortamında öğrenciye uygulama, deneme ve keşfetme olanağı yaratılmasına yardımcı olur.
Öğrenci sınıf içinde ya da dışında bilginin edinilmesi sürecine aktif olarak katılır ve sorumluluk alır. Öğrenirken geçmiş bilgilerini çeşitli biçimlerde paylaşarak yeni bilgiler oluşturur. Dolayısıyla bilgi edinme, öğrenci açısından bir sonuç değil, yeni bilginin oluşturulması (bilinen bilgilerden yeni sentezler yapılması) için bir kaynaktır.
Oluşturmacı sınıf ortamında konunun öğrenciye anlamlı gelmesine yardımcı olacak materyallerin bulunması ve kullanılması gerekir. Programda kazanım olarak ifade edilen her bir bilginin öğrenci tarafından anlamlı bulunması ve bu bilgilerin oluşturulması sürecinde özellikle yardımcı kaynaklardan (internet siteleri, daha önce yapılmış çalışmalar, referanslar, konu ile ilgili projeler, tartışmalar vb.) yararlanılması önemlidir. Bu bağlamda oluşturmacılık, yaparak-yaşayarak öğrenme, aktif öğrenme ve proje temelli öğrenme teorileriyle bütünlük oluşturur. Öğrenmenin merkezinde öğrenci olduğu için onun araştırma yapması ve sonuçlarını paylaşması/sunması, çalışma grupları içinde yer alması da temeldir.
Sonuç olarak oluşturmacı öğrenmede asıl olan bilginin öğrenen tarafından alınıp kabul görmesi değil, öğrenenin bilgiden nasıl bir anlam çıkardığıdır. Bilgi, öğrenenin değer yargılarına, yaşantılarına, ilgilerine, yeteneklerine ve biliş düzeyine göre yapılandırılır. Oluşturmacılıkta bütün çaba, öğrenmenin kalıcı olmasına katkı getirmek üzerine yoğunlaşır.

Kaynakça:
KUHN, S.Thomas. 2003. Bilimsel Devrimlerin Yapısı. İngilizceden Çeviren: Nilüfer Kuyaş. Alan Yayınları.

Hiç yorum yok: